Türk Medeni Kanunu’nun 166. Maddesi evlilik birliğinin sarsılması başlığıyla düzenlenmiştir. Maddenin ilk fıkrası “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.” şeklindedir. Görüldüğü üzere oldukça genel bir şekilde düzenlenmiş bu hüküm doğrultusunda ortak hayatı sürdürmek eşler için çekilmez hale gelirse her iki eş de aile mahkemesinde boşanma davası açma hakkına sahip olmaktadır. Dolayısıyla boşanma davası açmak için ne gereklidir sorusunun ilk cevabı, evlilik birliğinin devamının eşlerden beklenemeyecek kadar çekilmez hale gelmesidir. Bu sebepler özel nitelikli sebepler gibi sınırlı sayıda değildir. Her türlü ekonomik, sosyal, kişisel vb. sebep evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olabilmektedir.
Maddenin diğer fıkralarında ise evlilik birliğinin temelden sarsılmasının yanında daha sonra detaylıca işlenecek olan anlaşmalı boşanma ve eylemli ayrılık sebebiyle boşanma düzenlenmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı’na da bu konu bu şekilde yansımıştır. Yargıtay HGK 20 Haziran 2019 tarihli, 2017/2420 E. ve 2019/750 K sayılı kararında:
“Buna karşılık, evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1,2) ile eşlerin anlaşması (m. 166/3) ve fiili ayrılık (m. 166/4) ise belli bir olguyu göstermeyen ve önceden belirlenemeyen nitelikte olduklarından genel boşanma nedenlerini oluştururlar (Gençcan, Ö: Boşanma Tazminat ve Nafaka Hukuku, Ankara 2017, s. 120-121).” İfadesine yer vermiştir.
Evlilik birliğini temelinden sarstığı iddia edilen olgu ya da olay davaya konu edilir ve davaya konu eden kişi tarafından ispatlanması gerekir. İspat faaliyeti sonucunda hâkim tarafların evlilik birliğinden temelinden sarsılması bakımından ne derecede kusurlu olduğu belirler. Boşanma davasının sonucu da belirlenen bu kusur durumuna göre belirlenir.
Yukarıda da görüldüğü üzere genel boşanma sebepleri çok çeşitli olabilmektedir. Bu durumun ispatlanması açılacak olan bir boşanma davasında boşanma avukatı ile çalışmanın önemini arttırmaktadır.
Özel boşanma sebepleri gibi spesifik olarak belirlenmediğinden eşlerin boşanma avukatı vasıtası ile boşanma davasında yapacağı ispat faaliyeti sonucunda boşanma sebebinin varlığı ve kusur durumu hâkim tarafından belirlenerek bir karar verilecektir. Yargıtay kararları doğrultusunda kabul edilen bazı genel nitelikli boşanma sebepleri vardır. Bunlara aşağıda yer verilecektir.
Finansal sorunlar ve ekonomik şiddet:
Aile birliği içindeki finansal sorunlar da evlilik birliğinin temelinden sarılması ve dolayısıyla boşanma davasının kabulü için gerekçe olabilmektedir. Örneğin, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (“HGK”) kararına yansıyan bir olayda “aile ekonomi yönden zor bir dönem geçirirken lüks sayılabilecek harcamalar yapmak” şeklindeki sebep davalı kadına kusur olarak yüklenmiştir. Tabi bunun kusur olarak takdiri mahkeme yani hâkimin yetkisindedir. Dolayısıyla da bir boşanma avukatıyla çalışmak, hak kaybına uğramamak bakımından faydalı olacaktır.
Örneğin, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 4.11.2020 tarihli, 2020/3210 E. ve 2020/5405 K. sayılı ve kararına da yansıdığı üzere, “davacı-davalı erkeğin bağımsız konut temin etmediği, kadının ailesiyle görüşmesini istemediği, kadına ihtiyaçları için yeterli para bırakmadığı için kadının ailesinden yardım istemek zorunda kaldığı” sebepleri kusur olarak değerlendirilmiştir. Benzer kararlarda eşlerden birinin diğer eşten “sürekli olarak maaşını istemesi” de ekonomik şiddet kapsamında kusur olarak değerlendirilmiştir.
Sadakat Yükümlülüğüne Aykırı, Güven Sarsıcı Davranışlar:
Birçok mahkeme kararına yansıdığı üzere sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışlarda bulunulmasının da evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet verdiği kabul edilmektedir. Örneğin, eşlerin birbirine yalan söylemesi bu kapsamda kabul edilebilir. Güncel örnekler vermek gerekirse, eşlerin sosyal medyada kendilerini bekar olarak lanse etmeleri veya arkadaşlık platformları üzerinden gizli bir şekilde yeni insanlarla tanışmaları gibi hususlar somut olaya göre güven sarsıcı davranış olarak değerlendirilerek bu davranışları gerçekleştiren eşin boşanma davasında evlilik birliğinin temelinden sarsılması bakımından kusurlu olarak değerlendirilmesi sonucunu doğurabilmektedir. Sadakat yükümlülüğüne aykırılığın ispatlandığı durumlarda yüksek miktarlarda maddi tazminat ve manevi tazminata hükmedilebilmektedir.
Eşe karşı yapılan itham ve yakıştırmalar:
Eşe hakaret edilmesi veya eşin ahlaksızlık ve iffetsizlikte itham edilmesi de somut olayın özelliklerine göre evlilik birliğinin temelinden sarsılması bakımından kusur atfedilen davranışlar olarak kabul edilmektedir.
Kumar, alkol vb. bağımlılıklar:
Eşlerin kumar ve alkol gibi bağımlılıklara sahip olması da boşanma davasında evlilik birliğinin temelinden sarsılması bakımından kusurlu davranışlar olarak kabul edilmektedir. Uygulamadan güncel ve ilginç bir örnek vermek gerekirse Yargıtay 2. Hukuk Daire’sinin 23 Mart 2023 tarihli, 2022/10566 E. ve 2023/1342 K. sayılı kararına yansıyan olayda erkek eşin horoz dövüşü ile meşgul olması boşanma davasında evlilik birliğinin temelinden sarsılması bakımından tam kusurlu olarak değerlendirilmesine sebebiyet vermiştir.
Evliliğe ilişkin sırların başkalarına anlatılması:
Evliliğe ilişkin sır niteliğindeki bilgilerin eşler dışında kişilere anlatılması ve açıklanması da evlilik birliğinin temelinde sarsılması bakımından boşanma davasında kusur olarak tespit edilmektedir. Örneğin, bu husus Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 12 Nisan 2008 tarihli, 2007/7664 E. ve 2008/5586 K. sayılı kararında:
“Boşanmaya neden olan olaylarda evlilik birliğine ilişkin sırlarını başkalarına anlatan, karısı hakkında küçük düşürücü sözler söyleyen davacı-karşı davalı Şafak tamamen kusurludur.” İfadeleriyle dile getirilmiştir.
Ev işlerini yapmaktan imtina edilmesi:
Ev işlerinin yapılmaması ve ortak çocuklarla ilgilenilmemesi de evlilik birliği bakımından birlik görevleri olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla bu görevlerin yerine getirilmemesi de birlik görevleri yerine getirilmediğinden boşanma davasında kusurlu davranışlar olarak kabul edilebilmektedir. Zira bu yargı kararlarına da yansımış bir husustur. Aşağıda alıntılanacağı üzere Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 12 Nisan 2021 tarihli, 2021/1736 E. ve 2021/2890 K. sayılı kararında bu durumu:
“…davacı-davalı kadının ev işleri ve ortak çocuklar ile ilgilenmeyerek birlik görevlerini yerine getirmediği anlaşılmıştır. Bu itibarla, boşanmaya sebebiyet veren ve gerçekleşen kusurlu davranışlara göre; eşine hakaret ederek fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayan erkek ile güven sarsıcı davranışları bulunan ve ev işleri ve ortak çocuklar ile ilgilenmeyerek birlik görevlerini yerine getirmeyen kadın eşit kusurludur.” şeklinde ifade etmiştir.
Aileye karşı ilgisiz tutum ve davranışlar:
Aileye karşı eşin ilgisiz davranışlar sergilemesi de boşanma davasında kusurlu davranışlar olarak kabul edilebilmektedir.
Eşlerin birbirine hakaret etmesi:
Eşlerin birbirine karşı hakaret etmesi, küfretmesi ve kötü sözler söylemesi de evlilik birliğinin temelinde sarsılması bakımından boşanma davasında kusur olarak tespit edilebilmektedir. Nitekim bu hususa yargı kararlarında da sıklıkla rastlanmaktadır. Örneğin, 14 Mart 2019tarihli 2017/2/2067 E. ve 2019/296 K sayılı kararında:
“Davacının eşine hakaret ettiği, davalı kadının ise eşine “şizofren” şeklinde sözler söylediği ve eşini eve almadığı tüm dosya kapsamı ile sabittir.
Bu durumda, mahkemece tarafların eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle boşanma kararı verilmesi isabetlidir.” denilerek bu durum ifade edilmiştir.
Eşlerin aile üyelerinin evliliğe müdahale etmesine izin verilmesi, aile üyelerinin eşe karşı müdahalesine ve olumsuz tutumlarına karşı eşin sessiz kalması:
Eşlerin aile üyelerinin evliliğe müdahale etmesine izin vermesi, aile üyelerinin eşe karşı müdahalesine ve olumsuz tutumlarına karşı sessiz kalması da boşanma davasında yine evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet veren kusurlu davranışlar olarak kabul edilmektedir. Örneğin, bir tarafın aile bireyinin, eşe karşı hakaret etmesine sessiz kalınması kusurlu bir davranış olarak kabul edilmektedir. Bu husus Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 12/11/2018 tarihli, 2018/5328 E. ve 2018/12792 K. sayılı kararına:
“Tüm dosya kapsamı ve toplanan delillerden; mahkemece taraflara yüklenen kusurlu davranışlar yanında, ayrıca davacı-karşı davalı erkeğin, ailesinin evliliğe müdahalesine sessiz kaldığı, zaman zaman uzun süreli eve gelmeyerek birlikte yaşamaktan ve birlik görevlerini yerine getirmekten kaçındığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında, boşanmaya neden olan olaylarda davacı karşı davalı erkeğin, davalı-karşı davacı kadına nazaran daha ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir.” ifadeleri ile yansımıştır.
Cinsel sorunlar
Cinsel hayata ilişkin sorunlar da boşanma davası dosyalarına sıklıkla konu edilen konulardan biri olarak karşımıza çıkmakta ve bu yönüyle boşanma avukatları tarafından da üzerinde dikkatle durulan konulardan biri konumundadır. Sağlıksız bir cinsel hayat da somut olay bazında değerlendirildiğinde boşanma davasında evlilik birliğinin sarsılması sonucunu ve kusuru doğurabilmektedir. Örneğin, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 15 Mayıs 2018 tarihli, 2016/16507 E. ve 2018/6195 K. sayılı kararında:
“Evlenmenin sosyal amacı yanında, cinsel arzuları tatmin etme gayesi de vardır. Tarafların, davacı kadın tarafından iddia edildiği gibi, davalı erkeğin de kabulünde olduğu üzere erkeğin erken boşalma problemi nedeniyle fiili evlilik süresi içinde cinsel ilişki kuramadıkları anlaşılmaktadır. Bu hal evlilik birliğini temelinden sarsar. Birlikte yaşanan uzun süre içinde cinsel ilişkinin başarılamamış olması karşısında eşlerde birbirine karşı haklı bir nefretin, en azından isteksizliğin doğacağı şüphesizdir. Böyle bir durumu davacı açısından bir kusur olarak kabul etmek mümkün değildir. Ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan ve ondan sonra da devam edip etmeyeceği şüpheli bulunan cinsel yakınlaşmayı beklemek için davacıyı zorlamak açık bir haksızlıktır. Bu koşullar altında davacıdan evlilik birliğini devam ettirmesi beklenemez. Aile birliğinin temelinden sarsıldığı (TMK m. 166/1) kabul edilerek boşanmaya karar verilmesi gerekirken davanın yetersiz gerekçe ile reddedilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.”
İfadelerine yer verilerek sağlıksız bir cinsel hayatın da evlilik birliğinin devamını beklenemez kılabileceğine hükmedilmiştir.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 161. maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiş olan özel boşanma sebebidir. Halk arasında aldatma olarak da bilinen durumdur.
MADDE 161
Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.
Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
Affeden tarafın dava hakkı yoktur.
Görüldüğü üzere eşlerden biri zina ettiği yani diğer eşi aldattığı takdirde aldatılan eşin boşanma davası açma hakkı bulunduğu kabul edilmektedir. Ancak bu noktada hukuk terminolojisinde “hak düşürücü süre” olarak bilinen durum gündeme gelmektedir. Hükümde de görüldüğü üzere aldatılan taraf aldatıldığını öğrendikten itibaren 6 ay içinde boşanma davası ikame etmelidir. Daha geç öğrendiği gibi durumlarda ise her koşulda aldatma eyleminin gerçekleştiği tarihten itibaren 6 ay içinde boşanma davasını açması gerekmektedir. Aksi takdirde bu hakkı kaybedecektir.
Böyle bir durum oluştuğunda yani hak düşürücü süre geçirildiğinde artık bu sebeple boşanma davası açılamayacaktır. Ancak başka bir özel boşanma sebebine dayanılmasının ya da yukarıda anlatıldığı üzere evlilik birliğinin temelinden sarsıldığından bahisle genel boşanma sebeplerine dayanılarak boşanma davası açılması mümkündür. Bu gibi hak düşürücü sürelere riayet edilmeden boşanma davası açılması ya da eksik veya yanlış boşanma sebebine dayanılarak dava açılması gibi hak kaybına neden olabilecek durumlardan kaçınmak adına süreci en başından itibaren yetkin ve tecrübeli bir boşanma avukatı ile yürütmek büyük önem arz etmektedir.
Yargı kararına yansıyan bir olayda eşin ortak konuta yabancı bir karşı cins aldığı ve bu kişinin banyoda yarı çıplak gizlenirken bulunduğu kanıtlandığından bu durum zinanın varlığına delalet ettiği gerekçesi ile zina kabul edilmiştir. Yargıtay 2. Hukuk Daire’sinin 24 Haziran 2013 tarihli, 2012/16833 ve 2013/17864 K. sayılı kararında:
“Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden; davalı-karşı davacı (kadın)’ın 16.07.2010 günü ortak konuta erkek aldığı, bu şahsın banyoda yarı çıplak vaziyette gizlenmiş halde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu vakıa mahkemece de sabit kabul edilmiştir. Kadının, yalnızken bir başka erkeği ortak konuta alması ve bu şahsın yarı çıplak vaziyette gizlenirken yakalanması zinanın varlığına delalet eder. Bu bakımdan zina kanıtlanmıştır.” ifadelerine yer verilmiştir.
Zina ile ilgili hükümde aynı zamanda “affeden eşin dava hakkı yoktur” düzenlemesine yer verilmiştir. Affın varlığının tespiti hâkimin takdirinde olan bir husustur. Hangi davranışın af kapsamına gireceği hangi davranışın ya da sözün af kapsamına girmeyeceği gibi hususlar oldukça teknik ve uzmanlık gerektiren konular olduğundan bu sebeple bir boşanma davası açılmadan önce muhakkak alanında uzman ve yetkin bir boşanma avukatından danışmanlık alınması tavsiye edilmektedir. Çünkü boşanma davası Yargıtay içtihatlarına büyük önemin atfedildiği ve hakimlerin de karar verirken içtihatlardan yoğun bir şekilde faydalandığı bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 162. maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiş olan özel boşanma sebebidir.
MADDE 162
Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir.
Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
Affeden tarafın dava hakkı yoktur.
Hayata kast kavramından anlaşılması gereken bir tarafın eşini öldürme yönünde irade ortaya koymuş olmasıdır. İfadeden çıkacak en önemli sonuç ise kast yeterli görüldüğünden bu davranışın bir neticeye bağlanmamış olmasıdır. Yani öldürme iradesinin ortaya çıkması yeterli görülmekte eşin bu sebeple bir zarara uğraması sonucu aranmamaktadır.
Pek kötü muamele kavramı incelendiğinde yine ucu açık bir kavram olduğu görülmektedir. Dolayısıyla eşe karşı gerçekleştirilen eylemin pek kötü muamele kapsamında olup olmadığı yaşanan somut olayın ve toplanan delillerin değerlendirilmesi neticesinde boşanma davasını gören mahkemenin yani hâkimin takdir edeceği bir husustur. Dolayısıyla her kötü davranış pek kötü muamele olarak değerlendirilmemekte davranışın ağırlığına göre somut olay bazında boşanma avukatları tarafından detaylandırılmakta ve hâkim tarafından bu hususun değerlendirmesi yapılmaktadır.
Yargı kararları diğer sebeplerde olduğu gibi yine pek kötü muamele açısından da oldukça büyük öneme sahip bulunmaktadır. Örneğin, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 7 Kasım 2018 tarihli, 2018/115 E. ve 2018/12635 k. sayılı kararında:
“Türk Medeni Kanunu’nun 162. maddesi gereğince pek kötü veya onur kırıcı davranış sebebiyle boşanmaya karar verilebilmesi için, her türlü kötü veya onur kırıcı davranış değil, ağır derecede pek kötü veya onur kırıcı davranışın gerçekleşmesi gerekir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davalı erkeğin eşine hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Bu duruma göre davalı erkeğin gerçekleşen kusurlu davranışı pek kötü ve onur kırıcı davranış olarak kabule yeterli değildir. Davacı kadının açtığı davada Türk Medeni Kanunu’nun 162. maddesi koşulları oluşmadığı halde, kadının Türk Medeni Kanunu’nun 162. maddesine dayalı boşanma davasının reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”
ifadelerine yer verilmiş ve her kötü veya onur kırıcı davranışın pek kötü muamelede değerlendirilemeyeceği, gerçekleşen davranışın ağır olması gerekliliği vurgulanmıştır. Görüldüğü üzere bu noktada boşanma davasının akıbeti bakımından hâkimin takdiri ve yargı kararlarının önemi açıktır. Bu sebeple de hâkimde kanaat oluşmasına sebebiyet verebilecek, yargı kararlarına hâkim olarak, içtihatlarla desteklenmiş bir boşanma davası dilekçesi yazabilecek alanında uzman ve yetkin bir boşanma avukatı ile çalışmak, hak kaybı yaşamamak bakımından oldukça büyük önem arz etmektedir.
Yargı kararları doğrultusunda süreklilik gösteren fiziki şiddetin pek kötü muamelem kapsamına girdiği kabul edilmektedir. Bu doğrultuda Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 7 Mart 2016 tarihli, 2015/13666 E. ve 2016/4293 K. sayılı kararında:
“Davacının dilekçesindeki açıklamalardan; davanın pek fena muamele ve onur kırıcı davranış (TMK m.162) sebebiyle boşanma davası olduğu açıktır. Hükmün gerekçesinde “davacı kadının ve çocukların sürekli olarak fiziki şiddet gördüğü, davalının kızına ve eşine sürekli küfrettiği” sabit kabul edilmiş, toplanan delillerden şiddetin sürekli olduğu, davalının eşine her kızdığında bir şeyler fırlattığı, eşyaları kırdığı, arabasını yakmaya kalktığı, eşi ve kızına sürekli sinkaflı küfrettiği anlaşılmıştır. Süreklilik gösteren fiziki şiddet “pek fena muamele” oluşturur. Bu durumda kadının davası bakımından, Türk Medeni Kanunu’nun 162. maddesinde yer alan boşanma sebebi oluşmuştur. O halde, kadının boşanma davasının kabulü gerekirken, reddine ilişkin yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.”
ifadelerine yer verilerek süreklilik arz edecek şekilde uygulanan fiziki şiddetin pek kötü muamele olarak kabul edildiği hususu vurgulanmıştır.
Örneğin, eşin dışarı çıkmasına müsaade etmeyecek biçimde eve hapsedilmesi, işkence ve eziyete maruz kalması gibi durumlar da pek kötü muamelenin varlığının kabul edildiği durumlar arasındadır.
Onur kırıcı davranış kavramı incelendiğinde ise yukarıdakilerle paralel olarak örneğin, alelade bir hakaretin ağır derece onur kırıcı davranış olarak kabulü mümkün değildir. Bu durumun varlığının takdiri de yine boşana davasında hâkimin takdir alanında bulunmakla beraber, boşanma avukatı vasıtası ile ispat edilecek olmakla yargı kararları bu konuda hakimlerin tespitlerine ışık tutmaktadır.
Bir davranışın ağır derecede onu kırıcı davranış olarak kabul edilebilmesi için örneğin, toplum için eşe karşı çok ağır ve küçük düşürücü hakaretlerde bulunulması örneğinin verilmesi mümkündür. Örneğin eşin kişilik hakları kapsamında değerlendirilebilecek özel bir bilginin uluorta bir şekilde başkalarına açıklanması ve bunun kasti olarak küçük düşürmek amacına hizmet ediyor olması ağır derecede onur kırıcı davranış kapsamında değerlendirilmektedir.
Eşe karşı sürekli fiziksel şiddet uygulanması da pek kötü muamele kapsamında olduğu gibi aynı zamanda onur kırıcı davranış olarak da değerlendirilmektedir. Bu kapsamda Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 22 Haziran 2017 tarihli, 2016/211125 E. Ve 2017/7988 K. Sayılı kararında:
“Yapılan ve toplanan delillerden, davalı erkeğin eşine sürekli fiziksel şiddet uyguladığı anlaşılmaktadır. Davalının eşine yönelik bu eylemleri pek kötü muamele ve onur kırıcı davranış oluşturur. Bu bakımdan, mahkemenin ret gerekçesi yasal değildir. Yasanın 162. Maddesinde yer alan boşanma sebebinin oluştuğu dikkate alınarak davacı kadının davasının kabulü gerekirken, reddi doğru bulunmamıştır.” İfadeleri ile bu husus vurgulanmış bulunmaktadır.
Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma davası bakımından da zinaya paralel bir hak düşürücü süre düzenlenmiş bulunmaktadır. Hükümde de görüldüğü üzere hayata kast, pek kötü muamele veya onur kırıcı davranışa maruz kalması sebebiyle dava açma hakkı bulunan eş bu davranışı öğrendikten itibaren 6 ay içinde boşanma davası ikame etmelidir. Daha geç öğrendiği gibi durumlarda ise her koşulda eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren 6 ay içinde boşanma davasını açması gerekmektedir. Aksi takdirde bu hakkı kaybedecektir.
Böyle bir durum oluştuğunda yani hak düşürücü süre geçirildiğinde artık bu sebeple boşanma davası açılamayacaktır. Ancak başka bir özel boşanma sebebine dayanılmasının ya da yukarıda anlatıldığı üzere evlilik birliğinin temelinden sarsıldığından bahisle genel boşanma sebeplerine dayanılarak boşanma davası açılması mümkündür. Bu gibi hak düşürücü sürelere riayet edilmeden boşanma davası açılması ya da eksik veya yanlış boşanma sebebine dayanılarak dava açılması gibi hak kaybına neden olabilecek durumlardan kaçınmak adına süreci en başından itibaren yetkin ve tecrübeli bir boşanma avukatı ile yürütmek büyük önem arz etmektedir.
Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme sebepleri ile boşanma davası Türk Medeni Kanunu’nun 163. Maddesi’nde aşağıdaki şekliyle düzenlenmiştir.
MADDE 163
Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman boşanma davası açabilir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki hükümden de anlaşılacağı üzere bu sebeple açılacak boşanma davasında ilk iki özel boşanma sebebinde olduğu gibi hak düşürücü süre öngörülmemiş ve bu sebeple boşanma hakkı bulunan eşin boşanma davasını her zaman açabileceği düzenlenmiştir. Yine belirtmekte fayda vardır ki bu kapsamda işlenen suçun eşe karşı işlenmesi aranmamaktadır. Kişinin herhangi birine karşı küçük düşürücü suç işlemesi diğer eş bakımından bu kapsamda boşanma davası ikame edilmesi için yeterli görülmektedir.
Bu sebeple açılacak bir boşan davası bakımından eşlerden birinin küçük düşürücü bir suç işlemesi veya haysiyetsiz bir yaşam sürüyor olması gerekmektedir. Genel olarak toplum önünde failin küçük düşmesine ve yüzünün kızarmasına sebebiyet verebilecek suçlar olarak tanımlanabilecek ise de işlenen suçun küçük düşürücü suç olup olmadığı somut olayın şartları değerlendirilmek suretiyle hâkim tarafından takdir olunmaktadır. Örneğin; rüşvet, zimmet, irtikap, çocuğun cinsel istismarı gibi suçlar her halde hâkimin takdirinde olmakla birlikte çoğunlukla küçük düşürücü suçlar olarak kabul edilmektedir.
Örneğin, kasten adam öldürme suçu küçük düşürücü suç kapsamında değerlendirilmektedir. Bu doğrultuda Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 5 Haziran 2012 tarihli, 2011/21093 E. Ve 2012/15178 K. Sayılı kararında:
“Davalının 05.07.2009 tarihinde işlediği kasten adam öldürmek suçundan Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.01.2010 tarihli 170-5 sayılı kararı ile on beş sene hapis cezasına mahkûm olduğu dosyaya alınan ceza mahkemesi kararından anlaşılmaktadır. Maddi vakıanın davalının ikrarı ve diğer delillerle sabit olması karşısında ceza mahkemesi kararının kesinleşmemiş olması sonuca etkili görülmemiştir. Kasten adam öldürmek eylemi “küçük düşürücü” nitelikte olup, bu niteliği gereği birlikte yaşamayı davacı eş bakımından çekilmez kılar ve bu suçu işleyen biriyle birlikte yaşaması davacıdan beklenemez. Türk Medeni Kanunu’nun 163. Maddesinde yer alan boşanma sebebi gerçekleşmiştir. Boşanmaya karar verilecek yerde isteğin reddi doğru bulunmamıştır.”
İfadelerine yer verilerek kasten insan öldürme suçunun küçük düşürücü suç kapsamında olduğu hususu vurgulanmıştır.
Haysiyetsiz hayat sürme kavramını irdelemek gerekir ise kişinin toplumca kabul görmüş değerler olan; şeref, itibar, namus gibi değerlere aykırı düşecek biçimde yaşamını sürdürmesi olduğu söylenebilecektir. Tabi belirtmekte fayda vardır ki bu hususun hâkim tarafından sabit olduğuna kanaat getirilmesi için bu yaşam tarzının süreklilik arz eder nitelikte bulunması gerekmektedir. Yani tek sefere mahsus ve süreklilik arz etmeyen eylemler elbette takdiri hâkime ait olmakla birlikte haysiyetsiz yaşam sürme kapsamında değerlendirilmeyecektir.
Örneğin, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 26 Haziran 2012 tarihli, 2011/22536 E. Ve 17686 K. Sayılı kararında:
“Davacı kocanın boşanma davası münhasıran “haysiyetsiz hayat sürme” sebebine (TMK m. 163) dayanmaktadır. Haysiyetsiz hayat sürmenin varlığından söz edilebilmesi ve bu sebeple boşanma kararı verilebilmesi için; eşin, sosyal hayatta toplumun genel değer yargılarıyla çatışan, olumsuz nitelikte kabul edilen davranışının süreklilik göstermesi ve bu davranışın diğer eş için birlikte yaşamayı ondan beklenemez hale getirmesi gereklidir. Süreklilik göstermeyen bir defalık bir davranış; Türk Medeni Kanunu’nun 166. Maddesindeki evlilik birliğinin temelinden sarsılması durumu için yeterli olabilirse de, haysiyetsiz hayat sürme sebebine dayalı boşanma kararı için yeterli değildir. Davalı kadının bir başka erkekle cep telefonu ile konuştuğu ve mesajlaştığı toplanan delillerle anlaşılmaktadır. Davalı kadının gerçekleşen bu davranışı, davacı koca bakımından birlikte yaşamayı ondan beklenemez duruma getirmiş ise de; sürekliliği olmadığı anlaşıldığından; haysiyetsiz hayat sürme ile Türk Medeni Kanunu’nun 163. Maddesindeki boşanma sebebi sabit kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.”
İfadelerine yer verilerek bir davranışın evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet verebilecek mahiyette olsa bile süreklilik arz etmediği için haysiyetsiz hayat sürme kapsamında değerlendirilemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla yalnızca bu sebebe dayanarak dava açan taraf hak kaybına uğramıştır. Bu da esasında bu gibi teknik ve uzmanlık gerektiren konularda boşanma avukatı desteği alınmasının ne denli önemli olduğu hususunu bir kez daha açıkça gözler önüne sermektedir.
Terk sebebiyle açılacak boşanma davası Türk Medeni Kanunu’nun 164. Maddesinde aşağıdaki şekliyle düzenlenmiştir.
MADDE 164
Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.
Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim veya noter, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.
Terk nedeniyle boşanma davası açılabilmesi için belli başlı şartların oluşmuş olması gerekmektedir. İlk olarak belirtmek gerekir ki bu davayı açma hakkı bulunan eş belli şartların oluşmasının yanında terk edilen eştir. Eşlerden biri tarafından ortak yaşam terk edilmiş olmalıdır. Terk kasti olarak gerçekleştirilmeli ve ortak yaşanılan konuttan uzaklaşılması gerekmektedir.
Bunun yanında kanunda da “Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.” Şeklinde ifade edildiği üzere eşin eve dönmesini haklı bir neden olmaksızın engelleyen veya eşi ortak konutu terk etmeye zorlayan eş terk eden eş kabul edilmektedir.
Dolayısıyla terk eden eşin terk sebebiyle boşanma davası açması mümkün değildir. Bu sebeple açılacak boşanma davasını açabilecek eş terk edilen ya da yukarıda da açıklandığı üzere diğer eş tarafından ortak konutu terke zorlanan eştir. Bahsedilen ilk duruma gerçek terk denmekte iken ikinci duruma yapıntı terk denmektedir.
Eşin ortak konuttan uzaklaşmasının terk olarak kabul edilebilmesi için eşler arasında mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı veya terki haklı kılan başkaca bir sebep bulunmuyor olmalıdır. Bunun yanında terk durumu 6 ay veya daha uzun süredir devam ediyor olmalıdır. Dolayısıyla terkin varlığının kabulü için kanunun öngördüğü alt sınır 6 ay olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu durumlar oluştuğu takdirde de doğrudan boşanma davası açılması mümkün değildir. İlk olarak boşanma davası açmaya hakkı bulunan yani terk edilen ya da terke zorlanan eş hâkim veya noter aracılığıyla terk eden eşe 2 ay içinde ortak konuta dönmesi için ihtarda bulunulmasını sağlamalıdır. Bu durumda da terk eden eşin ortak konuta dönmemesi halinde artık boşanma davası açılabilecektir.
Bu konuda da Yargıtay içtihatları mahkemelere kararların verilmesi konusunda ışık tutmaktadır. Örneğin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15 Haziran 2021 tarihli, 2017/2717 E. Ve 2021/761 K. Sayılı kararında:
“Evlilik “birlik ilkesi” üzerine kurulmuştur. Evlenme ile eşler arasında “evlilik birliği” kurulmuş olur ve tarafların evlilik birliğinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirme görevleri başlar. Bu görevlerin en önemlisi ise evliliğin amacıyla uyumlu şekilde eşlerin birlikte yaşamalarıdır. Bu bağlamda birlik süresince kural olan; zorunlu nedenler dışında eşlerin birlikte yaşamasıdır. Asıl kuralın aksine eşlerden birinin bu birliktelikten haklı bir sebep olmaksızın özgür iradesi ile ortak yaşamdan ayrılması ise “terk” olarak kabul edilir. Terk mutlak ve özel bir boşanma sebebi olarak 4721 sayılı Kanunu’nun 164. Maddesinde;
“(1) Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır. (2) Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Görüldüğü üzere, terk sebebiyle açılan boşanma davaları kendine has özellikleri nedeniyle bu davalarda “dava koşulları ile yargılama usulü” iç içe geçmiş hâldedir. Dava çok sıkı maddi ve şekli şartlara bağlanmış olup titizlikle inceleme gerektirmektedir. Buradan hareketle söylenmelidir ki; hâkim, terk sebebine dayalı boşanma dava şartlarının oluşup oluşmadığını maddi hukuk ve usul hukuku açısından olmak üzere iki ayrımda inceleyerek karar vermelidir. Maddi hukuk açısından “terk eylemi” evlilik birliğinin yüklediği yükümlülükleri yerine getirmeme maksadı ve ortak hayata son verme kastı taşımalı, haklı ve hukuka uygun bir nedene dayanmamalı ve son olarak altı ay süreyle devam ediyor olmalıdır. Maddenin ikinci fıkrasında ise usul hukuku açısından üzerinde dikkatle inceleme yapılması gereken “ihtar müessesesi” açıklanmıştır.”
İfadeleri ile evlilik birliğine ilişkin görevlerden biri de eşlerin birlikte yaşamaları olarak görüldüğü ve kasti şekilde bu yükümlülükleri yerine getirmemek üzere ortak konuttan ayrılan eşin terk eden olarak nitelendiği hususu aydınlatılmış ve yukarıda bahsetmiş olduğumuz şartlara dikkat çekilmiştir. Kanun’da aranan şartlar sağlanmadan Terk sebebi ile boşanma davası açılması halinde dava reddedilebilecek ve dava açan aleyhine yargılama gideri, karşı vekalet ücreti gibi masraflar doğabilecektir. Bu gibi durumlarla karşılaşılmaması için öncesinde bir boşanma avukatından tavsiye alınması büyük önem taşımaktadır.
Akıl hastalığı sebebiyle açılacak boşanma davası, yukarıdakiler gibi özel boşanma davası sebeplerinden biri olarak Türk Medeni Kanunu’nun 165. Maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.
MADDE 165
Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hâle gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir.
Bu boşanma davası sebebini yukarıda bahseden sebeplerden ayıran önemli hususlardan biri kusura dayanmıyor olmasıdır. İlk koşul akıl hastalığı bulunması olmakla birlikte yalnızca akıl hastalığı bulunması boşanma davasının kabulü yeterli değildir. Akıl hastalığının varlığı ve bunun yanında hastalığın iyileşmesine olanak bulunmadığı hususu resmi sağlık kurulu raporuyla tespit edilmiş olmalıdır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 30 Ocak 2014 tarihli, 2014/391 E. Ve 2014/1671 K. Sayılı kararında:
“Eşlerden biri akıl hastası olup da, bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hale gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla boşanma kararı verilebilir (TMK m. 165). Toplanan delillerden, davalı kadın hakkında vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediği konusunda Bakırköy 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde derdest bir davanın bulunduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece bu davanın sonucu beklenilmeden, davalının akıl hastası olup olmadığı ve akıl hastası ise, hastalığının geçmesine olanak bulunup bulunmadığı araştırılmadan eksik inceleme ile hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.”
İfadelerine yer verilerek akıl hastalığının iyileşmez nitelikte olduğunun muhakkak ispatlanmış olması gerekliliği vurgulanmıştır.
Bu husus, akıl hastalığı sebebiyle boşanma davası açan eş bakımından evlilik birliğinin devamını çekilmez kılmalıdır. Çekilmezlik koşulu muhakkak ispatlanmış bulunmalıdır. Bu husus Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 9 Mayıs 2017 tarihli, 2016/495 E. Ve 2017/5670 K. Sayılı kararında:
“Davalının vesayet dosyasındaki 01.02.2008 tarihli resmi sağlık kurulu raporunda “hafif düzeyde zeka geriliği’’ tanısı konulmuş ve medeni hakları kullanamayacağı bildirilmiştir. Bu rapora dayanılarak davalı vesayet altına alınmıştır. Davalının hastalığının ortak hayatı davacı eş için çekilmez hale getirip getirmeyeceği raporda belirtilmemiştir. Bu haliyle rapor hüküm kurmaya yeterli değildir. O halde, mahkemece davalının hastalığının geçmesine olanak bulunup bulunmadığının, hastalığın ortak hayatı davacı eş için çekilmez hale getirip getirmediğinin, davalıdaki mevcut hastalığın iyileşip iyileşmediğinin tespiti için resmi sağlık kurulu raporu aldırılması, bunun sonucuna ve dosya kapsamında tespit edilen diğer bulgulara göre, akıl hastalığı sebebine dayalı olan davanın kabulü için gerekli şartların oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi gerekir. Açıklanan hususlar nazara alınmadan eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.” İfadeleri ile vurgulanmıştır.
Bu da diğer boşanma davaları gibi uzmanlık gerektirdiğinden alanında yetkin bir boşanma avukatı ile çalışılmasına hak kaybına uğranmaması bakımından büyük önem arz etmektedir.
Türk Medeni Kanunu’nun 166. Maddesinin 3. Fıkrasında aşağıda gösterilen şekilde düzenlenmiş ve belli başlı şartların varlığına tabi tutulmuş boşanma davasıdır.
“Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.”
Yazımızın başında bahsedildiği üzere anlaşmalı boşanma davası bakımından eşlerin evlilik birliğinin sonlanması ile oluşacak sonuçlar bakımından uzlaşarak mutabık kalması ve anlaşmalı boşanma için aile mahkemesinde boşanma davası açmaları gerekmektedir. Bunun haricinde eşlerden birinin açmış olduğu çekişmeli boşanma davasını diğer eşin kabul etmesi durumunda da çekişmeli olan boşanma davası anlaşmalı boşanma davası haline gelebilmektedir.
Anlaşmalı boşanmanın mümkün olabilmesi için her şeyden önce eşler arasındaki evlilik birliğinin en az bir yıl süre ile devam etmiş olması gerekmektedir. Taraflar boşanmaya ilişkin mutabık kaldıkları iradelerini serbestçe açıklamalı ve hâkimin de bu serbest iradenin varlığına tarafları dinleyerek karar vermesi gerekmektedir. Öte yandan tarafların üzerinde anlaştığı sonuçlar da hâkim tarafından uygun bulunmalıdır. Hâkim, tarafların ve özellikle varsa çocukların menfaat dengesini gözeterek tarafların yapmış olduğu boşanma anlaşmasında değişiklikler yapabilmektedir. Tarafların da hâkimin yaptığı değişikliği kabul etmesi halinde hâkim evlilik birliğinin sona ermesine yani boşanmaya karar verir. Hâkimin tarafların uzlaştığı ve kabul ettiği anlaşma protokolünün aksine karar verilmesi mümkün olmayıp kararın üst derece mahkemesince bozulmasını gerektiren bir sebep olarak karşımıza çıkmaktadır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 13 Aralık 2018 tarihli, 2018/3301 E. Ve 2018/14850 K. Sayılı kararında da bu husus:
“Yapılan yargılama ve toplanan delillerden;
davacı erkeğin açtığı davada mahkemece Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. Maddesi uyarınca tarafların anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiği, taraflarca düzenlenen ve mahkemece onaylanan 20.04.2015 tarihli anlaşmalı boşanma protokolünün 3. Maddesinde davacı erkeğin çocuklar için 1.000,00 TL nafaka ödemesinin kararlaştırıldığı, 03.07.2015 tarihli duruşmada da davacı erkeğin protokolü aynen kabul ettiğini beyan ettiği; mahkemece “müşterek çocuklar için aylık 1.000,00 TL tedbir ve iştirak nafakanın davalıdan alınarak davacıya verilmesine” şeklinde hüküm kurulmasının maddi hata niteliğinde olduğu anlaşılmış olup, mahkemece tavzih talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.”
Şeklinde ifade edilmiştir.
Boşanma davasının hangi sebeplerle açılabileceğine yer verdik. Peki boşanma davası nerede açılır? Nasıl açılır? Boşanma davası açılması için ne gerekir?
Boşanma davasının açılması için boşanma davası bakımından yetkili aile mahkemesine dilekçe ile başvuru yapılması gerekmektedir. Takdir edileceği ve yazımızda da açıklandığı üzere dilekçe yazımı, dava açılış ve takip işlemleri teknik ve uzmanlık gerektiren işler olmaları sebebiyle boşanma davası açacak olan kişilere muhakkak alanında uzman ve yetki bir boşanma avukatı ile çalışmaları tavsiye edilmektedir.
Boşanma davası nerede açılır sorusunun cevabı esasında hukuki anlamda boşanma davasının görülmesi bakımından yetkili mahkemeyi ifade etmektedir. Boşanma dilekçesinin kabul edilerek boşanma davasının görülebilmesi, hazırlanan dilekçenin yetkili mahkemeye sunulmasına bağlıdır. Dolayısıyla boşanma dava dilekçesi hazırlandıktan sonra ilk olarak yetkili mahkemenin tespit edilmesi gerekmektedir. Yetkisiz mahkemede dava açılması tek başına davanın görülmemesi sebebi değil iken karşı tarafın buna usulüne uygun bir şekilde itiraz etmesi halinde davanın yetkili mahkemeye yöneltilmesi gerekecek, bu da doğal olarak vakit ve nakit kaybına sebep olacaktır.
Boşanma davası bakımından yetkili mahkeme Türk Medeni Kanunu madde 168’de düzenlenmiştir.
MADDE 168
Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.
Kanun hükmünde görüldüğü üzere yetkili mahkeme eşlerden birinin yerleşim yeri yani resmi ikametgahı ya da davanın açılmasında önce eşlerin altı aydan beri birlikte oturdukları yerdeki aile mahkemesidir. Dolayısıyla boşanma davası açılması için hazırlanan dilekçe bu yerlerde bulunan aile mahkemelerine sunulmalıdır.
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) madde 307’de düzenlenmiş olan feragat kapsamında boşanma davası açan davacı davadan feragat edebilir. Bu davanın görülmekte olduğu mahkemeye sunulacak bir dilekçe ile veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. Ancak unutulmamalıdır ki HMK hükümleri gereği feragat kesin hüküm gibi sonuç doğurduğundan boşanma davası açan eş aynı sebeplere dayanarak yeniden boşanma davası açamayacaktır. Davalı taraf davadan feragat edemez. Ancak anlaşmalı boşanma davası bakımından eşlerin birlikte feragati aranmaktadır. Feragatin geri alınması ise mümkün değildir. Ancak çok istisnai hallerde iptali mümkündür.
Boşanma davasından feragat edildikten sonra ancak feragatin üstünden 3 yıl geçmesi ile eylemli ayrılık sebebine dayanılarak boşanma davası açılabilmektedir.
Bir başka yol olarak Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) madde 123’te “davanın geri alınması” düzenlenmiştir. Bu hükme göre ikame edilmiş davayı geri alabilmek için davalının açık rızasının olması gerekmektedir.
Boşanmada nafaka, velayet, tazminat, mal paylaşımı gibi başlıca haklar bulunmaktadır. Evliliğin son bulmasıyla evlilikteki ekonomik ve sosyal refah düzeyinin düşecek olması sebebiyle bu duruma düşecek kişi yoksulluk nafakası isteyebilir. Yoksulluk nafakası 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’un 175. Maddesinde ayrıca düzenlenmiştir.
MADDE 175
Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.
Boşanma davaları boşanmanın yanında bu gibi mali hakları kazanmak için açılan davalardır. Tarafların belirli şartları taşıması kaydıyla ücretsiz avukat talep etme hakkı da vardır.
Velayet hakkının kime verileceği hakkında karar verilirken ana düşünce çocuğun üstün menfaatidir. Hâkim çocuğun kimin yanında kalması halinde daha mutlu, daha güvenli ve daha sağlıklı bir hayat süreceğini değerlendirerek velayetin kime verileceğine karar verecektir.
Velayet verileceği zaman çocuğun yaşı da ayrıca önem arz eder. Çünkü küçük çocukların anneye daha fazla ihtiyacı genel olarak kabul görmektedir. Boşanma davalarının istatistiklerine göre çocuğun velayeti çoğunlukla anneye verildiği görülmektedir. Ancak bu durum çocuğun velayet hakkının kadında olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Her somut olay özelinde ayrı bir değerlendirme yapılarak çocuğun üstün yararı aile mahkemesi hakimi tarafından incelenmekte ve çocuğun velayetine bu doğrultuda karar verilmektedir. Boşanma davasında boşanma avukatı çocuğun üstün menfaati doğrultusunda velayet talebini düzenlemelidir.
Çocuğun velayetinin kadına veya erkeğe verilmesi durumunda diğer ebeveynin hakları:
Anne veya babanın velayet hakkı olmadığı durumda, çocuğuyla kişisel ilişki kurma hakkı bulunmaktadır. Yani velayet hakkı kendisinde olmayan ebeveyn çocuğuyla zaman geçirebilir, gezintilere çıkabilir, belirli günlerde çocuğu kendisinde konuk edebilir ve benzeri ilişkiler geliştirebilir. Bu ilişkilerin kurulabilmesi için çocuğun ebeveyn ile görüştürülebilmesi gerekmektedir. Ancak boşanma davası gibi nedenlerle eşlerin diğer eşe karşı olumsuz duygular beslemesinin (nefret, kıskançlık, kin vb.) çocuğun anne veya baba ile görüştürülmemesi ile sonuçlanan durumlar olmaktadır. Böyle durumlarda ebeveynin çocuğunu görebilmesi için ‘’ Çocuğun Teslimini Talep Hakkı’’ doğar.
Bunların yanı sıra, tarafların ortak konutun özgülenmesini talep etme hakkı veya aile konutu şerhi konulmasını isteme hakkı gibi hakları da mevcuttur. Boşanma Davası açılması durumunda, eğer çiftin ortak yaşadığı konut aile evi olarak kabul ediliyorsa bu konuta şerh konulması istenebilir.
Boşanma davası denince akla ilk gelen ve belki de en çok merak edilen hususlardan biri de nafakadır. Nafaka çeşitleri tedbir nafakası, iştirak nafakası, yoksulluk nafakası olarak sıralanabilir.
Boşanma davasının başlatılmasıyla istenen nafaka, eşlerin ve çocukların olası sıkıntılarını engellemek, karı koca mal varlıklarının korunması amacıyla belirlenen bir türdür. Tedbir nafakası TMK Madde 169‘a göre hâkimin takdir yetkisindedir. Boşanma ve ayrılık davalarında dava konusunun, davada kusurlu olup olunmadığı nafakanın belirlenmesi bakımından önem arz etmemektedir. Tedbir nafakası dava süresince ödenmek üzere hükmedilmektedir.
Eğer tarafların ortak çocukları bulunuyorsa, çocuğun bakımı, sağlığı, eğitimi ve sosyal ihtiyaçları için maddi durumu uygun olan tarafça yapılan aylık ödemeyi ifade eden bir nafaka türüdür. Çocuğun velayeti kime verilmişse, nafaka o tarafın hesabına diğer tarafça ödenmektedir.
Boşanmanın kesinleşmesi ile yoksulluğa düşecek olan tarafa ödenmesine karar verilen nafakadır. Yoksulluk nafakasının ödenmesi bazı şartlara tabidir. Öncelikle yoksulluk nafakası dava sonuçlanınca ödeneceği için davada daha az kusurlu olam taraf lehine yoksulluk nafakasına hükmedilebilecektir. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için kusursuz olunması değil diğer taraftan daha az kusurlu olunması ve boşanmanın kesinleşmesi ile yoksulluğa düşecek taraf olunması yeterlidir. Ancak yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi bu yönde mahkemeye yöneltilen bir talebin varlığına bağlıdır.
Bu da boşanma davalarına ilişkin merak edilen konulardan biridir. Kanun koyucu bekleme süresi olarak adlandırmıştır. Evlilik birliğinin sona ermesinin ardında kadının başka bir evlilik yapabilmek için hukuken beklemek zorunda olduğu 300 günlük süreye iddet müddeti denir. İddet süresi fiilen ayrı yaşanılmaya başlandığı tarihte değil boşanma davası bittikten, evlilik resmen son bulduktan sonra başlamaktadır.
Nafaka hesaplaması genellikle kişisel ve finansal durumları dikkate alır. Asgari ücretle çalışan bir kişinin ödeyebileceği nafaka miktarı, gelir düzeyine, diğer mali yükümlülüklere, çocuk sayısına ve yaşam standardına bağlı olarak değişecektir. Nafaka genellikle boşanma veya ayrılık durumlarında çocukların ve eşlerin mali desteklerini düzenlemek amacıyla ödenir. Nafaka miktarının belirlenmesinde mahkeme, tarafların gelirini, yaşam standartlarını, iş durumunu, çocukların ihtiyaçlarını ve benzeri faktörleri göz önünde bulundurur. Genel olarak ifade etmek gerekirse, mahkeme kararlarına göre, tek çocuklu eşler için genellikle maaşın yaklaşık %25'i kadar nafakaya hükmedilmektedir. Bu durumda, asgari ücretle geçinen bir kişi için mahkemenin ücretin %25'lik nafakaya karar vereceği söylenebilir. Hâkim nafaka verecek kişinin nafaka miktarına karar verirken yalnızca maaşına değil mal varlığına veya ek gelir elde ettiği şeylere bakar (kira geliri vb.). Dolayısıyla bu konuda net bir yargı belirtmek doğru olmayacaktır. Nafaka hususu her bir yargılama özelinde hâkimin somut olaya göre takdir edeceği ve taleple bağlı olduğu hususlardır.
İddet süresi sadece kadın için geçerlidir Erkek için iddet süresi geçerli değildir. Böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmasının nedeni kadının gebe kalma riskinin olması ve bu süre zarfında bebeğin babasının belirlenmesi için çocuğun ve kadının korunmasıdır. Yani neslin birbirine karışma ihtimalinin bulunduğu için boşanma davası sona erdikten sonra 300 gün beklenmesi kural olarak açıkça belirtilmiştir; Türk Medeni Kanunu m. 132 “Evlilik sona ermişse, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün geçmedikçe evlenemez.”
Her ne kadar kanunda evlilik sona erdikten sonra 300 gün içinde kadının evlenemeyeceğini söylemiş olsa da kadın doğum yaparsa ya da hamile olmadığını ispatlarsa bu sürenin kaldırılması mümkündür. Ancak sürenin kaldırılması için muhakkak aile mahkemesinden karar alınması gerekmektedir. Bu başvuruyu kadın yapabileceği gibi bir boşanma avukatından destek alması da mümkündür.
Türkiye’de ücretsiz avukatlık yapmak hukuken yasaktır. Bu nedenle Barolar birliği ve Adalet bakanlığının belirlediği uygulanması zorunlu avukatlık asgari ücret tarifesi (AAÜT) resmî gazetede yayımlanır.
Bu rakamdan az olmamak şartıyla avukatlar, yerel baroların kendilerine has ücretlerini temel alarak ücreti belirlerler. Her somut dava özelinde ayrı bir değerlendirme yapılacağı ve evlilik süresi, evlilik birliği içinde edinilmiş mal miktarı, çocuk sayısı, taraflar arasındaki husumetler gibi faktörlere bağlı olarak Avukatlık ücreti değişebilecektir
İstanbul’da bir boşanma avukatının Anlaşmalı boşanma davası avukatlık ücreti için İstanbul Barosu’nun 2023 yılı için açıkladığı en az ücret çizelgesine buradan ulaşabilirsiniz: https://www.istanbulbarosu.org.tr/HaberDetay.aspx?ID=18097&Desc=Tavsiye-Niteli%C4%9Findeki-En-Az-%C3%9Ccret-%C3%87izelgesi-G%C3%BCncellendi
İstanbul’da bir boşanma avukatının Çekişmeli boşanma davası avukatlık ücreti için İstanbul Barosu’nun 2023 yılı için açıkladığı en az ücret çizelgesine buradan ulaşabilirsiniz: https://www.istanbulbarosu.org.tr/HaberDetay.aspx?ID=18097&Desc=Tavsiye-Niteli%C4%9Findeki-En-Az-%C3%9Ccret-%C3%87izelgesi-G%C3%BCncellendi
Yazımızda boşanma konusu genel hatlarıyla incelenerek yalnızca bilgilendirme amacı ile hazırlanmıştır. Ancak yazımız boyunca defaatle belirttiğimiz üzere oldukça teknik bilgi ve uzmanlık gerektirmesi sebebiyle eşinden boşanmak isteyen kişilerin hak kaybı yaşamamaları, haklarını öğrenmeleri, tazminat, nafaka gibi taleplerini dile getirebilmeleri, tarafların kusur oranlarını ispat edebilmeleri için bir boşanma avukatı ile süreci yürütmesi tavsiye edilmektedir.